İlk Kanunnâme Nedir? – Adaletin, Gücün ve Toplumun Ortak Hikâyesi
Hukukun tarihi yalnızca kuralların tarihi değildir; aynı zamanda toplumların vicdanının, değerlerinin ve çatışmalarının da tarihidir. “İlk kanunnâme” dediğimiz şey, sadece yazılı bir yasa belgesi değil, bir uygarlığın adalet anlayışının somutlaşmış halidir. Peki bu belgeler, geçmişte olduğu kadar bugün de eşitlik, çeşitlilik ve sosyal adalet açısından ne ifade ediyor? Gelin birlikte geçmişin bu önemli mirasına bugünün gözleriyle bakalım.
İlk Kanunnâme Ne Demektir? – Tarihsel Arka Plan
İlk kanunnâme, en genel tanımıyla bir devletin veya hükümdarın toplumsal düzeni sağlamak, yetki alanlarını tanımlamak ve hukuk birliğini tesis etmek amacıyla çıkardığı yazılı kanun metinleridir. Osmanlı tarihinde bu terim özellikle Fatih Sultan Mehmet’in “Kanunnâme-i Âl-i Osman” adlı eseriyle anılır. Bu kanunnâme, padişahın yetkilerini, devlet teşkilatının işleyişini ve cezai yaptırımları sistematik bir şekilde düzenleyen ilk kapsamlı metinlerden biri olmuştur.
Fakat bu noktada kritik bir soru ortaya çıkar: Bu kanunlar yalnızca düzeni sağlamak için mi yazıldı, yoksa güç ilişkilerini yeniden üretmenin bir aracı mıydı?
Toplumsal Cinsiyet Perspektifinden İlk Kanunnâme
Kadınların Empati ve Toplumsal Etki Odaklı Yaklaşımı
Kadın perspektifinden bakıldığında, ilk kanunnâmeler yalnızca hukuki belgeler değil, aynı zamanda toplumsal cinsiyet rollerini şekillendiren araçlar olarak da görülebilir. O dönemin toplum yapısında kadınlar çoğunlukla karar alma mekanizmalarının dışında tutulmuş, kamusal alanda sınırlı haklara sahip olmuşlardır. Bu nedenle ilk kanunnâmeler, eşitlik ve adalet idealinden çok, var olan ataerkil düzeni sürdürmenin aracı olarak da yorumlanabilir.
Bununla birlikte, kadınların tarih boyunca hukuk sistemine dolaylı yollarla katkı sağladığını unutmamak gerekir. Örneğin saray kadınlarının siyasi kararlar üzerindeki etkisi ya da vakıf sisteminde oynadıkları aktif roller, toplumsal düzenin şekillenmesinde göz ardı edilmemesi gereken dinamiklerdir.
Soru: Eğer ilk kanunnâmeler yazıldığı dönemde kadınların da söz hakkı olsaydı, adaletin tanımı bugünkünden farklı olur muydu?
Erkeklerin Analitik ve Çözüm Odaklı Yaklaşımı
Erkek bakış açısı ise genellikle ilk kanunnâmeleri devlet inşasının rasyonel araçları olarak ele alır. Onlara göre bu belgeler, kaotik ve dağınık bir yapıyı düzenli ve işleyen bir sisteme dönüştürmenin zorunlu bir sonucudur. Osmanlı örneğinde kanunnâmeler, merkeziyetçi bir yapı kurarak istikrarı sağlamış, vergi sisteminden yargı düzenine kadar birçok alanda kurumsal süreklilik yaratmıştır.
Bu perspektife göre mesele eşitlikten önce devletin işleyebilirliğidir. Eğer düzen kurulmazsa, sosyal adaletin sağlanması da mümkün değildir. Ancak bu yaklaşım çoğu zaman “düzeni kimin lehine kuruyoruz?” sorusunu görmezden gelir.
Soru: Devletin istikrarı ile bireyin hak ve özgürlükleri arasında nasıl bir denge kurulmalı?
Çeşitlilik ve Sosyal Adalet Bağlamında Kanunnâmelerin Önemi
1) Erişim ve Temsil Meselesi
İlk kanunnâmeler toplumun tamamı için yazılmamıştır; genellikle belirli bir sınıfın çıkarlarını koruyacak şekilde tasarlanmıştır. Bugün ise sosyal adalet perspektifinden baktığımızda, hukukun herkes için erişilebilir, kapsayıcı ve temsil edici olması gerektiği fikri öne çıkar.
2) Normların Yeniden Tanımlanması
Geçmişte suç sayılan pek çok davranış bugün temel hak olarak tanınmaktadır. Bu durum, kanunnâmelerin sabit metinler olmadığını; aksine toplumsal değişimle birlikte yeniden yorumlanması gereken yaşayan belgeler olduğunu gösterir.
3) Çeşitliliğin Hukuka Yansıması
Bugünün hukuk sistemlerinde çeşitlilik, yalnızca cinsiyet değil, etnik köken, dil, inanç ve kimlik temelli farklılıkların da korunmasını içerir. İlk kanunnâmelerin aksine, modern hukuk “tek sesli” değil, çok sesli bir yapıyı hedefler.
Soru: İlk kanunnâmelerin yazıldığı dönemde azınlık grupları veya farklı kimlikler sürece dahil edilseydi, tarih nasıl şekillenirdi?
Geçmişten Geleceğe: Kanunnâmelerin Evrilen Rolü
İlk kanunnâmeler, adalet fikrinin yazıya dökülmesindeki ilk adımlardı. Bugün geldiğimiz noktada hukuk artık sadece düzeni korumakla değil, eşitliği sağlamak ve farklılıkları korumakla da yükümlü. Toplumlar çeşitlendikçe, hukukun da daha esnek, kapsayıcı ve insana odaklı hâle gelmesi kaçınılmazdır.
Bu anlamda ilk kanunnâmeler, geçmişi anlamak için bir mercek, geleceği inşa etmek için ise bir ilham kaynağıdır. Artık mesele yalnızca “hangi kurallar var?” değil, aynı zamanda “bu kurallar kimin için ve neyi koruyor?” sorusudur.
Sonuç: Hukuk, Hepimizin Hikâyesi
“İlk kanunnâme nedir?” sorusu sadece tarihî bir merak değildir. O, aynı zamanda kimlerin sesi duyulmuş, kimlerin sesi bastırılmış sorusunu da içinde barındırır. Kadınların empati ve toplumsal etki merkezli bakışıyla erkeklerin çözüm ve düzen odaklı yaklaşımını bir araya getirdiğimizde ortaya çıkan gerçek şudur: Hukuk, güçlülerin değil herkesin sesi olmalıdır.
Şimdi size soruyorum: Eğer bugün bir “ilk kanunnâme” yazılsaydı, siz o metne hangi değerleri koyardınız? Adaletin tanımını hep birlikte yeniden yazmaya var mısınız?